İngiltere’de, AB’nin atası Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) 1973’te üye olunmasından itibaren, üye ülkelerin siyasi ve ekonomik bütünleşmesi ile gücün, Brüksel’deki bürokraside toplanmasından şikayet eden bir kesim oluştu.
AB’nin Schengen ve ortak para birimi gibi temel kurumlarının dışında kalmasına karşın İngiltere’de “Avrupa şüphecileri” diye adlandırılan grubun şikayetleri azalmadı, aksine arttı.
Özellikle Doğu Bloku ülkelerinin AB’ye üye olmasıyla artan göç ve 2008 ekonomik krizi, bu düşüncelerin ülkede yaygınlaşmasına yol açtı.
Aşırı sağ siyasetçi Nigel Farage'ın liderliğindeki AB karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) 1990’lardaki 100 bin oyluk tabanını 2010’da 920 bine, 2015’te de 3 milyon 890 bine taşımayı başarması da ülkedeki ana akım siyaseti baskı altına aldı. Parti Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kazandığı başarıyla çok sayıda milletvekili çıkararak, Brexit’i Avrupa gündemine taşıdı.
Bu siyasi konjonktürde, düşünce kuruluşu British Influence'ın (Britanya’nın Nüfuzu) eski başkanı Peter Wilding'in 2012’de yayımladığı makalede kullanmasıyla dolaşıma giren “Brexit” kelimesi, ülkenin önündeki 8 yılına damga vuracak popülerliğe ulaştı.
Wilding, makalesinde, İngiltere'nin AB içinde liderliğe oynaması gerektiğini savunuyor ve bunda başarısız olunması halinde işlerin “Brexit”e doğru kayacağı uyarısında bulunuyordu, öyle de oldu.
İngiltere’nin son 8 yılına damga vuran tartışma, ülkenin AB içinde ve lider rolünde olması gerektiğine inananlar ile AB bürokrasisinin boyunduruğundan kurtulup, “bağımsız” İngiltere’yi “yeniden büyük” yapmayı isteyenler arasında geçti.
Referandum sözü
Ülkeyi saran Brexitçi atmosfer, 2013 yılında dönemin başbakanı David Cameron’ı AB üyeliğini referanduma götürme sözü vermeye itti. Seçmen tabanını UKIP’e kaptırmaktan endişe eden Cameron, bu vaadin de etkisiyle 2015'te yapılan genel seçimde az farkla ama tek başına iktidar olmayı başardı.
Kendisi AB üyeliğinden yana olan siyasetçi, 2016 yılı başında, AB’nin “siyasi bütünleşme” hedefini eleştirerek ve bazı tavizler almak amacıyla bir dizi diplomatik girişimde bulundu.
Cameron, görüşmelerin sonunda AB'den ulusal parlamentonun egemenliği, ekonominin yönetimi ve göçün sınırlandırılması konularında “istediğini kopardığını” ilan etti.