Sinemaya dünyanın sekizinci harikası deniyorsa, teknolojinin bütününe de “dünyanın dokuzuncu harikası” demek abartı olmaz zannediyorum. Ancak her güzel şeyin bir bedeli var muhakkak.
Üzerinde en çok konuşulan ve kalem oynatılan konulardan biri olan ve yaşamış olduğumuz son birkaç ay içerisindeki gelişmeler göz önüne alındığında eskisine nazaran daha fazla bizi meşgul etmeye başlayan bir alan sosyal medya.
Gündemimize gireli yaklaşık 20 sene oldu. Son yıllarda dünyada ve ülkemizde yaşanan yoğun sosyal gelişmeler ve hadiselerle beraber daha çok ilgimizi çekmeye başladı. Çünkü hemen hemen tüm toplumsal ve dini hayatımızın aksettirildiği bir mecra haline geldi. Hiç şüphesiz teknoloji ve iletişim imkânı olarak bize kattıklarıyla beraber, bizden alıp götürdükleri daha çok gündemimizi meşgul etmeye başladı. Bunu ortaya koyabilecek onlarca argüman sıralanabilir. Mesela herkes kendini kameraya almakta, fotoğrafını çekmekte ve sosyal medya hesabında paylaşmakta. Hiç şüphesiz insanların önemli gördüğü anlarını kaydetmelerini anlamak zor değil. Ancak her işte ölçülü olmayı emreden yüce Rabbimizin fermanı ortada dururken, bu ölçüsüzlüğe de dur demek bugünün dünyasında Müslümanın en önemli görevlerinden biri olsa gerek.
Ölçüsüzlük kelimesi, sosyal medya söz konusu olunca bana Hucûrat suresinin 6. ayetini hatırlatır; “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz”. Bu ayet sanki bugün sosyal medyayı kullananlar için inmiş ya da bu ayetin hükmünü en çok üzerine alınması gerekenler sosyal medya kullanıcılarıymış gibi geliyor bana.
Sosyal medya kimliği olmayan, sadece kimliksiz değil, aynı zamanda kimliksiz bırakan bir mecra. Savaş meydanlarında vur kaç taktiğiyle karşısındakini yanıltmaya ve panikletmeye yönelik hareketlerin her an yaşandığı ve bunu kimin yaptığı tam anlamıyla belirlenemeyen bir ortam. Bilgi sahibi olmadan ortaya konan fikirler, pervasızca yorumlar, mahremiyetin en yüce temsilcisi olması gerekenlerin yüz kızartan fotoğrafları, insanları kine, hasede, öfkeye yönelten paylaşımlar. Bir zarâfet ve nezâket abidesi ecdada ve medeniyete sahip evlatların hoyratça tavır ve davranışlarının sosyal medya eliyle yaygınlık kazanması. Hâlbuki biz bu muyduk? Düşünüyorum da seksenli yılların tamamı ve doksanlı yılların başı henüz internetin, cep telefonlarının olmadığı zamanlar. Çoğumuzun özel arabası bile yoktu. Ama bir kimliğimiz vardı. Herkes birbirine selam verir ve selam alırdı. Çok basit bir cümle gibi görünse de bizler sadaka niyetiyle selamlaşan bir toplumduk. Sevmediğimiz biri olsa bile. Bugün bu selam “selam verdim, borçlu çıktım” derecesinde materyalist mülahazalarla gündemimizde. İkili ilişkilerde rivayetler değil, hakikatler söz konusu edilirdi. Yalansızdı sözlerimiz. Yalan söylendiğinde ya da duyulduğunda dahi kızarırdı yüzümüz. Sonrasında doğruya mahkûm kalırdık. Olması gereken buydu çünkü. Birbirimize hakaret etmezdik. En çok, söylenirdik arkamızdan. Sonra da tövbe istiğfar ederdik. Sonra da özür diler, helalleşirdik. Konuşmazdık bazen. Küserdik ama çocuksu duygularla yapardık bunu, yetişkindik oysa. Konuşmazdık ama susmamız bile bir şeyler anlatırdı birbirimize. Eskilerin dediği gibiydi bizim susmamız. “Bir bakış bir bakışa neler neler anlatır, bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır”.
Son söz olarak şunu da ifade etmeliyim ki; bizim sosyal medya ile ilişkimizin niteliği hiç şüphesiz geleceğimizin niteliğiyle, gelecek nesillerimizin nasıl olacağıyla çok yakından ilgili diye düşünüyorum. Gelecekte nasıl bir toplum olacağımızı sosyal medya ile kurduğumuz ilişki belirleyecek. Bu sebeple Rabbimizden bu alanda da basiret niyaz ediyoruz...
Yunus Emre Kır / Din Hizmetleri Uzmanı