Gidişin ağlamaklı bıraktı ‘biz’i bende,
Suretinin izleri, ölü kaldı bu tende,
Özlediğim her şeyi kendinle götürsen de,
Üstü kalsın sevdanın, yarım yamalak, sende!
Sevgili, gidişine ağladığımın birinci haftasını yutkunuyorum burada, nedense bu oyunda benden başkası susamıyor varlığına, sahneyi terk edişine benden başka üzülen yok!
Hep böyle midir sevdaların, hep kısa sevinçlerin ardından, geceler boyu uykusuz bırakmalar mıdır sende aşkın bedeli? O ‘aşk’ dediğin tılsım, hangi mevsimin kızıdır, söyle, nereli? Sesimi ve sevincimi tutsak aldığını kimseler bilmez sanırdım, ama adını dilime yasak ettim edeli, en çok dostlar kaygılanıyor aslında ‘biz’ olmayan biz’e. Bilirsin, “kavuşamazsak, adı aşk’a çıkar bu oyunun” diye yazmıştım bir şiirimde, bunun için mi gittin, yani “aşk olsun” diye mi, aşk olsun sana!
Sevgili, geceleri girdiğin hayatımda, geceler hep kısa olmuştu, şimdi sensizliği doldurduğum geceler, dokunamadığım ipek saçların gibi gitgide uzuyor, bir bilinmezin kaygılarındayım. Gözlerimi kapadığım anlarda kesik ve kısık gülüşlerin gözlerimi dolduruyor. Nedense yaktığım her sigara parmaklarımda sönüyor, derin bir özlemi her içime dolduruşumda…
Bari yazmaya birlikte başladığımız şiirin sonunu getirebilseydik, öykümüzün sonunu iyiye bağlayabilseydik, belki daha rahat nefes alırdım, hıçkırıklarım boğazıma bu kadar hücum etmez, yumru yumru dizilmezdi…
Geride senden bana çok şey kaldı, adın, yasın, incinmiş yanım kaldı; yarım kaldı her şey. Gözlerimden öpüp yeni günün aydınlığına uyandıracak kimsem yok artık, sen yoksun! Yoksun yani, iki kere ikinin dört ettiği kadar yalnızım…
Gözlerinin umut kesesinden, sözlerinin şırıl şırıl neşesinden, kederinin gamlı bahçesinden yiterek zoraki bir kararla, geçiyorum sevgili, bir gençliğin ömür törpüsünden…