Gayesi Allah’a ulaşmak olan insanın, çetin ulvi ve ıstıraplı yolculuğunda en emin yardımcısı, Kur’an-ı Kerim’e göre vermektir. Kur’an-ı Kerim’in infak dediği bu keyfiyet, sahip olduğu maddi ve manevi imkânlardan vermek, elinde olmayanları da vermeyi gönlünden geçirmek, sahip olduğumuz her şeyi insanlığın, hatta bütün canlıların ifadesine sunmak şeklinde belirir.
İnfak sadece maldan, paradan değil, konusu maddi olmayan şeylerden de yapılabilir. Nitekim Kur’an terminolojisinin büyük üstadı Isfahani infakı anlatırken: “Maldan olabileceği gibi, bunun dışında kalan şeylerden de olabilir” diyerek bu noktayı aydınlatmıştır. Gerçekten de infakta bulunmak servet sahiplerinin tekelinde olmadığı gibi, sadece onlara hitabeden bir yükümlülük de değildir. Kimin neyi varsa o, ondan infak edecektir. Bütün mesele bizden başkalarına hizmet ve yardım sunmaktır. Malı olan malından, makamı olan makamından, bunlara sahip olmayanlar ise manevi imkânlardan, mesela, sabretmek, severek, tatlı konuşarak infak edeceklerdir. Nihayet insanın bir şeyler vermek, bir hizmette bulunmak arzusu taşıması da bir infaktır. Hadis-i şerifte şöyle denmiştir: “Bir iyilik yapmayı gönülden isteyip de bunu yapamayana Cenab-ı Hak, o iyiliği yapmış gibi karşılık verir…” Bazıları infakı, zekât ve fitreden ibaret sayarlar. Bu şekilde düşünmek, kavramı yozlaştırmaktadır. Çünkü zekât ve fitre infakın asgari ve resmi kısmından ibarettir. Hadis-i şerifte: “Mallarınızda zekâttan başka fakir hakları da vardır” deniyor. Nitekim Rağıp bu noktaya da temas ederek, infakın farz kısmı olduğu gibi, tatavvu, yani resmi olmayan kısmı olduğunu da söylemiştir.. Maddi-manevi tüm imkânlarımızla gönülden infakta bulunmak duasıyla.
Ahmet Büyükgül / Mustafakemalpaşa Müftüsü